Saturday, January 24, 2009

İstanbul aşığı

İstanbul'u seviyorum,bütün zorluklarına ve insanı yoran karmaşasına rağmen İstanbul'u çok seviyorum... Şehrin yaşamasını,heyecanını ve denize her zaman yakın olabilmeyi seviyorum... Canım ne zaman isterse sıcak bir ekmek bulabileceğimi,güneşin yağmur ya da kara rağmen görüneceğini biliyorum. Seni dinliyorum gözlerim kapalı,önce hafiften bir rüzgar esiyor... Nazlı, güzel, birtanecik İstanbul'um iyi geceler..

Tuesday, January 20, 2009

Miskin kız

Blogumu çok çabuk ihmal etmeye başladım, aslında hergün az da olsa birseyler yazmayı planlıyordum, ama bazen işten eve geldiğimde bilgisayarı açmak bile istemiyorum, bu aralar kendimi çok miskin hissediyorum, yapmak istediğim bir sürü şey var, ama tembelliğim had safhada :(( Tabiki bu tembellikle son günlerde çok güzel filmler izledim,kış aylarının başka bir güzelliği de bu olsa gerek, vicky kristina barcelona uzun süredir görmeyi istediğim bir filmdi,şehirden mimari detaylar,kadeh kadeh saraplar ve yemekli sohbet sahneleri,gaudi, bohem hayat,aşk ve ilişkiler, tatminkarsızlıklar üzerine güzel oyunculardan oluşan bir film diye özetleyebilirim...çok beğenmesemde filmi izlerken bir kez daha Barcelona'da yaşayabileceğime inandım, insan tanıdığı ve sevdiği bir sehirle ilgili film izlerken daha cok keyif alıyor, aynı Issız Adam'da birçok sahnede olduğu gibi..filmden sonra Serra ile Leblon'a gitmiştik, güzel bir mekan, ama bence menüsü oldukça zayıftı, neden daha önce keşfetmediğim belli :) pazar günü de evde Peto'yla Kate Winslet'in altın küre aldığı " Revolutinary Road"'ı izledik,daha vizyona girmesede :)Filmde, 1950’li yılların ortasında iki çocuklarıyla mutlu bir hayat yaşayan, ama konforlu bir yaşam elde edebilmek için gerçekleştirmek istedikleri ile kendi gerçek arzuları arasında sıkışan genç bir çiftin öyküsü anlatılıyor, aslında birçok kişi belki klasik bir film olarak düsünebilir, ama bence çarpıcı ve düşündürücü sahneleri olan bir film,izlemeye değer. Ekte Napoli 2005'ten bir kare,fotograf Başak'ın eseri..

Saturday, January 10, 2009

Karlar Kraliçesi

Kışın en sevdiğim yanı,evde daha fazla vakit geçirebilme imkanı vermesi,dışarısı buz gibi,sıcacık evim, en sevdiğim dergilerim,okunması için sırada bekleyen kitaplarım, yeni hazırladığım filtre kahvem ve bağımlısı olduğum çikolatam ( mümkünse toblerone dark, after eight ya da bir klasik olan tadelle ve ülker kırmızı gofretim :) ) beni çok keyiflendiriyor..yazın deniz kenarında okuyabildiğim kitaplarıma daha fazla vakit ayırabiliyorum. Kitap ve sabah yeni alınmış gazete kokusunu hep sevdim,okumayı 4,5 yaşında kendi kendime öğrenmişim, eski gazete parçalarını elime alıp tuhaf sesler çıkarırmışım bakarak, annemlerde anlamamışlar ilk başta, kitapları görüp onları "bibi "diye çağırır, dokunmak,oynamak istermişim..sonra bir bakmışlarki kendi kendime okumaya başlamışım, yuvadaki öğretmenler benle özel olarak ilgilenmeye başlamışlar, ilkokul 1.sınıfı atlamam gerekirken, daha cok kücügüm ezilirim diye, birinci sınıfı okumamı tavsiye etmişler, sonraki yıllarda tam bir kitap kurdu olmuşum...tabi iş hayatına başladıktan sonra kitaplarımdan eskiye oranla biraz uzaklaştım, genede her hafta bir kitap okumaya çalışıyorum...Maalesef evlerinde kitap olmayan insanlar gördüm, gazete okumayan ya da en son okuduğu kitap "Cin Ali " dizisi olan,hiihihi :) Sırada bekleyen kitaplarım arasında bugün yarım kalmış bir Ahmet Ümit romanı-Kavim vardı, kendisi çok beğendiğim bir polisiye yazarı, polisiye çok sevmesemde akıcı dili ve gerçekten keyifli karakterlerden oluşması sayesinde bütün romanlarını okudum, yeni romanı Bab-ı esrar'da sırada bekliyor, ve birçok kez baslayıp yarım kalan İpek ve Ka'lı "Kar"... Bir de Bensiyon Pinto'nun "Anlatmasam olmazdı" adlı biyografisi son dönemde okuduğum özel bir romandı.. Geçen gün bir dergide " Karlar Kraliçesi" adlı masalı okudum, uzun zaman sonra bu masal o kadar hoşuma gitti ki, küçükken defalarca okurdum Andersen’in Kay ile Gerda kardeşlerin masalını.. Her okuyuşta da Kay ve Gerda için üzülürdüm ama kutuplardaki buzdan sarayında yapayalnız oturan karlar kraliçesine de bir türlü kızamazdım... Canım İstanbul'a kar hala yağmadı, ama Karlar kraliçesi beni çocukluğumun sıcak günlerine götürdü…

Wednesday, January 7, 2009

Meike & Lennart

Bu sene Haziran ayında çok sevdiğim bir arkadasım olan Meike’nin Avusturya Klagenfurt yakınındaki kilisede yapılan düğün törenine davet edildim ve aynı zamanda gelinin nedimelerinden biri bendim, oldukça heyecanlıydım çünkü hayatımda ilk defa bir kilise törenine katılıp “Brautjungfer” oluyordum :) Damat Lennart’ın ikiz kız kardeşleri çok şekerlerdi, ve kesinlikle bizden daha fazla benziyorlardı birbirlerine…üçümüz benzer elbiseler giydik, Meike’nin hazırlanmasına yardım ettik ve gelin kiliseye girerken elimizdeki sepetlerdeki gülleri üzerlerine serpiştirdik..gerçekten de aynı fimlerdeki gibi romantik anlardı… Nikahtan sonar yenilen yemegin ve pastanın ( çokk ciciydi Marzipan'dan yapılmış) ardından eglence geç saatlere kadar devam etti, Jagermeister!,çeşitli likörler ve Obstbrand’lar içtik, adet olarak gece Meike’yi bir bara kaçırdık, sonra damat bütün şehri arayarak gelini bulmayı başardı :)) Bir nikah daha bu yaz Münster'de Julia'nın olacak... Benim sevgili arkadaşlarıma bir ömür boyu mutluluklar...

Üç Güzeller

Yazı çok özledim, üşümekten hoşlanmıyorum hiç, sabah karanlıkta soğukta işe gitmek o kadar zor geliyorki bazen, daha sabah saat sekiz bile olmamışken ofiste otururken hayatın anlamını sorguluyorum,ama saatler ilerledikçe çoğumuz gibi kendimi günün akışına bırakıyorum ve bu düzeni olduğu gibi kabul ediyorum...işte böyle anlarda kendimi küçük bir sahil kasabasında kumsalda, ya da masmavi koyların birinde hayal ediyorum, ve farkına varıyorum ki ben yaz için yaşıyorum :)) az mı kızdı küçükken bana kaptanlar daha tekne demir atmadan suya atladım diye :)) hâlâ da atlıyorum aslında :)) fotograflarımı karıştırırken ekteki " Üç güzeller" i buldum geçen yaz Bodrum'dan...bu kışta gelip geçiyor nasıl olsa...